İcat Edilmiş Mutsuzluklar

Gerek ülkemizde gerek de gelişmiş ülkelerde depresyona girme ve antidepresan kullanma oranları her geçen yıl hızla artıyor. Bu durumu akılda kalabilecek birkaç istatistiksel veriye dökelim. Ülkemizdeki depresyon oranının yüzde 20-25 arasında olduğu tahmin ediliyor. Sağlık Bakanı’nın 2014’te açıkladığı verilere göre ülkemizde toplam antidepresan kullanım miktarı son 5 yılda yüzde 56 artış göstermiş vaziyette. Gelişmiş ülkelere baktığımızda durum bizden de daha kötü seviyelerde. Antidepresanlar Amerika’da en fazla reçete edilen ilaçlar haline gelmiş, İngiltere’de antidepresan kullanım miktarları 15 yıl öncesine göre üç katına çıkmış. Bu veriler ışığında depresyonu çağımızın her geçen gün daha da yaygınlaşan bir hastalığı olarak tanımlamakta bir mani göremiyorum. Peki her geçen gün daha da fazla insanı hasta eden ne?

Depresyon, yeni yaşam şartlarımızla ortaya çıkan bir hastalık, aynı obezite gibi. Nasıl hareketsiz yeni hayatımız ve bozulan yeme alışkanlıklarımız bizi obeziteye doğru götürüyorsa; artan stres miktarları ve daha da karmaşıklaşan hayatlarımız da bizleri depresyona yaklaştırıyor.

Sizce her gün artan depresyon oranlarını açıklamak bu kadar basit mi peki? “Hayat şartlarımız değişti. Artık hayata tutunmak daha zor. Eskiden insanların hiç böyle dertleri yokmuş.” gibi laflar ederek bu durumu açıklamak yeterli mi? Hiç sanmıyorum. Bence depresyon sorununa bu şekilde yaklaşarak hata yapıyoruz, sadece bahaneler üretiyoruz. Benim görüşüme göre bu sorunun temelinde yatan etken, insanlığın, yani bizlerin her geçen gün kolaylaşan yaşam şartları karşısında daha da az zorlanıyor olmamız ve bunun neticesinde de daha da “zora gelemeyen” insanlar haline gelmemizdir.

Son yıllarda kendimi mutsuz hissettiğim zamanlarda kendime sorduğum bir soru var: “Dürüst ol Ömer, gerçekten mutsuz musun?” Burada yapmak istediğim şey sadece şımarıklığımı kontrol etmek değil. Benim kafamda artık günümüzdeki mutsuzluklarımız ikiye ayrılıyor: gerçek mutsuzluklar ve icat edilmiş mutsuzluklar. Belki size saçma gelebilir ama ben bu ayrımı geçmiş yüzyıllardaki insanları önüme getirerek yapıyorum. Hayalimde karşıma kaç kuşak önceki birini getiriyorum ve onun bana “neden üzgünsün Ömer?” diye sorduğunu hayal ediyorum. Eğer benden yüzyıllar önce yaşamış o insan benim cevabımdan tatmin olduysa o anda yaşadığım mutsuzluğu kendime meşru görüyorum, eğer o memnun değilse ben de mutsuzluğumu “icat edilmiş mutsuzluk” sınıfına koyuyorum ve ona göre davranıyorum.

İcat edilmiş mutsuzluklar dediğimde eminim aklınızda beliren bazı mutsuzluk türleri vardır. Gün geçtikçe hayata daha da materyalist olarak bakıyoruz. Artık yediğimiz yemekten alacağımız lezzete, o restoranın ne kadar lüks olduğuna bakıp karar veriyoruz. Çoğumuza göre 10 liralık bir tişörtün olağanüstü olma, 500 liralık bir ayakkabının da berbat olma ihtimali yok. Bir de üstüne gösteriş merakımız eklenince evimiz, ihtiyacımız olmayan veya özelliklerinin yarısını kullanmadığımız elektronik eşyalarla falan doluyor. Siz hiç aldığı 3D televizyonda şimdiye kadar 10 tane 3D film izlemiş birisini gördünüz mü? Benim şu ana kadar hep aldığım cevap şu: “Denemek için 1-2 tane izledik de sonra gözlükler öyle bir köşede kaldı.” Peki neden daha fazla para ödeyerek 3D özellikli televizyonları alıyoruz? Neden insanlar sürekli telefonlarını değiştiriyor? 2-3 yıl önce aldığımız telefonların kabiliyetleri bizim ihtiyaçlarımızı karşılamıyor mu?

Hayatı sadece ulaşılacak maddi hedefler şeklinde yaşadığımız zaman, ulaşamadığımız her maddi hedefin bize mutsuzluk olarak geri dönmesi kaçınılmaz oluyor. O hedeflere ulaşmak için şuursuzca çekilen krediler, şişen kredi kartları sonucunda halkın cümleten fakirleşiyormuş gibi gözükmesi ve zannedilmesi de kaçınılmaz oluyor. Bu ülkede fakirleşen birileri varsa onlar da her yıl ürettiği mahsule yapılan zamdan çok daha fazla zam, traktörüne koyduğu mazotuna gelen çiftçidir. Aldığı asgari ücret ile açıklanan açlık sınırı arasındaki negatif fark sürekli artan emekçidir. Arabasını yenilemek için çektiği krediyi ödemekte zorlananlar, 5 yaşındaki çocuğuna aldığı tabletin taksitini ödeyemeyenler değildir. Bir maçtan sonra Mourinho’ya soruyorlar: “Takım bugün yorgun muydu?” Mourinho’nun cevabı oldukça güzel: “Yorgun mu? Günde 15 saat çalışıp ayda birkaç yüz euroyla evine dönen baba yorgun olur, biz değil.”

Sonuç olarak icat edilmiş mutsuzlukların çoğunluğunu ulaşamadığımız maddi hedefler oluşturuyor. Onların haricinde kendi büyümüş ama beyni ergen kalmış insanların çoğu mutsuzlukları, hayatta sürekli bazı şeyleri olmazsa olmaz görmüş insanların çoğu mutsuzlukları da icat edilmiş mutsuzluklar sınıfına giriyor. Depresyon gibi kendi icat ettiğimiz ve çaresini haplarda aradığımız sorunlar bizleri hayatta sürekli geriye çekiyor. Onların yüzünden içimizdeki yaşam enerjimiz zayıflıyor ve üretkenliğimiz düşüyor. Sonunda geldiğimiz noktada da kocaman bir mutsuzlar ordusu oluyoruz. Soruyorum size, bu kadar mutsuz olacak ne vardı?



login