Ufacık Tepecik İçi Dolu Ülkecik: Slovenya

Ufacık? Neredeyse Konya’nın yarısı kadar yüzölçüme sahip.

Tepecik? Evet büyük bölümü dağlarla kaplı.

İçi Dolu? Pek sayılmaz, hepi topu bütün ülkedeki insan sayısı 2 milyoncuk.

Ama en nihayetinde sevimli bir ülke: Slovenya.

2 hafta önce ufak bir Slovenya ziyaretim oldu, 7-8 gün falan sürdü. Avrupa Birliği’nin bir gençlik programı dahilinde Türkiye’den bir ekip olarak gittik. Bizim gibi birkaç ülkeden daha ekiplerin katılımıyla güzel, eğlenceli bir program oldu. Tema girişimcilikti ama programın öyle çok da yoğun geçtiğini söyleyemem. Gezip eğlenmek için bolca vaktimiz oldu. Size gördüklerimi, dikkatimi çekenleri, aklımda kalanları anlatıyorum. Gidiş yolculuğumuzla başlayalım.

İstanbul’dan Murska Sobota’ya Yolculuk

Türkiye’den giden ekip olarak çeşitli şehirlerden gelip İstanbul’da toplandık. Oradan Slovenya’nın sanırım tek havayolu şirketi Adria ile Slovenya’nın başkenti Ljubljana’ya uçtuk. Hala yazabilmek için google’a bakmam gerekiyor:) Yolculuğun süresi 2-2,5 saat falan. Ucuz bir havayolu şirketi, hizmet de idare eder işte. Ufacık ülke dedik ama ne hikmetse zamanında havaalanını şehrin baya bi dışına yapmışlar, 20 km falan var sanırım. Havaalanı da oldukça küçük.

(Not: Resimlerin büyük hallerine resimlere tıklayarak erişebilirsiniz. Yazıya geri dönmek için de yapmanız gereken tekrar resime tıklamak)

-havaalanında bagajlarımızı beklerken

-ljubljana nehri

-Ljubljana’da bir meydan

Havaalanından otobüsle Ljubljana’ya vardığımızda sabahın erken saatleriydi. Tren istasyonundan öğleden sonrası için Murska Sobota biletlerimizi alıp şehirde gezintiye çıktık. Biraz yürümenin ardından şehrin asıl merkezi olarak adlandırılan kısıma geldik. Bir kafede oturup bişeyler atıştırdıktan sonra merkezi turlamaya başladık. Evet çok büyük bir şehir değil ama yine de güzel bir havası var. Özellikle şehir merkezi hoşuma gitti. Merkezin ortasından geçen bir nehir var, tabi ki ayrı bir güzellik katıyor. Neyse şehirde biraz dolandıktan sonra Ljubljana kalesine çıktık. Güzel bir manzarası var, bütün şehire hakim. Ljubljana’ya vardığımızda hava biraz yağışlıydı ama şansımıza çok şiddetlenmedi. Kalenin tepesindeyken bolca resim çekilip etrafı izleme fırsatımız oldu.

-kaleden ljubljana’ya bakış

Slovenya’nın en çok hoşuma giden yönlerinden biri ingilizcenin çoğu yerde tek başına sizin için yeterli olması. Bizim ülkeye benzer olarak genç nesilin çoğunluğu az çok ingilizce biliyor. Orta-yaşlı nesilde bu oran daha düşük.  Gitmeden önce acaba sıkıntı yaşar mıyız diye düşünüyordum ama tren bileti gişesindeki ablanın sular seller gibi ingilizce konuşmasıyla içim rahatladı. Sobota’ya gidebilmek için yapmamız gereken aktarmaları falan detaylıca anlattı bize. Tabi Sobota’da ingilizce bilme oranı daha düşük. Ülkede trenle ulaşım çok gelişmiş değil. Ülkenin merkezinde yer alan başkentten en kuzeydeki Sobota’ya gitmemiz 4 saati aşkın vaktimizi aldı. (arabayla 1,5 saat falanmış) Akşam saatlerinde Sobota’ya varabildik. Ev sahibimiz sloven dostumuz tarafından karşılanıp kalacağımız kaleye gittik. Kale dediysek öyle çok bi numarası yok, birazdan anlatırım.

Slovenya ve Murska Sobota

Slovenya Yugoslavya’dan 1991’de ayrılmış bir ülke. Eski Yugoslavya devletleri arasında en gelişmişi diyebiliriz. Zaten 2004’te Avrupa Birliği’ne giren Slovenya halihazırda hala AB’ye girebilmiş tek eski Yugoslavya devleti konumunda. Gelecek yıl Hırvatistan da katılıyormuş ona. Karşılaştırma fırsatı olanlar ülkenin gelişmişlik olarak balkan ülkelerinden ziyade batısındaki İtalya’ya benzediğini söylüyorlar. Gerçekten de bir Avrupa Birliği ülkesi havası var ülkede. Fakat ekonomik olarak çok da iç açıcı durumda değiller şu aralar. Devlet ekonomiyi toplamak için bir dizi önlemler alıyor.

Biraz da Murska Sobota’dan bahsedelim. Ülkenin en kuzeyinde yer alan Sobota ülkenin en büyük ikinci şehri olan Maribor’a yakın bir yerde. Maribor güney batısında, Avusturya kuzeyinde ve Macaristan da kuzey doğusunda yer alıyor. İki ülkeye de yaklaşık 20 km uzaklıkta. Sobota ufak bir şehir, 20 bin civarında nüfusu var. Bizim konakladığımız kale şehrin 1 km dışındaydı.

Sobota ciddi sorunlarla karşı karşıya. İşsizlik oranı yüzde 25’lere çıkmış ve bölge genç nüfusunu hızla daha büyük şehirlere kaptırıyor çünkü Sobota’daki iş imkanları oldukça sınırlı. İki üç tane büyük şirket var ama bunlar istihdam sağlama konusunda çok faydalı şirketler değiller. Dolayısıyla Sobota’da halk gittikçe yaşlanıyor. Zaten bizim programın orada yapılmasının sebeplerinden biri de bu sorun. Bu program sayesinde Sobota’da bir şeylerin yapılmaya çalışılması sloven basınında yer buldu. Programı düzenleyenle ettiğimiz sohbetten kendi sözleriyle alıntılarsak: “evet biz burada öyle çok ciddi bişey yapmadık, çoğunlukla eğlendik ama bizim ulaşmak istediğimiz şey basında yer alıp insanların ‘hmm evet sobotada bir şeyler oluyor’ demesini sağlamaktı ve bunu da başardık.” Birkaç tane gazeteci programı yaptığımız yere gelip resimler falan çekip haber yaptılar. Haber linkleri şunlar ama içeriğinde ne yazıyor ben de bilmiyorum açıkçası:) link1 ve link2

Genel olarak program dahilindeki günlerimiz kalede geçti, workshoplar sunumlar falan. Kaleden bahsedelim biraz. Kaldığımız yer eskiden kaleymiş. Konaklama yerleri ve toplantı salonları için yeniden düzenlenmiş, restore edilmiş. İçerisinde bir de at ahırı var, halk belirli günlerde gelip ata binebiliyor. 17. yüzyılda yapılmış sanırım kale ama biraz kofti bi kale. Bizim adana fen lisesinin binasına benziyor hafiften. Biraz kassan dışardan avlusuna elle bomba falan atabilirsin sanırım. Galiba o günlerde oralarda mancınık falan yokmuş. Neyse yine de güzel bir havası var kalenin. Şu linkte panaromik görünümü mevcut.

Orada bulunduğumuz süre içerisinde iki günümüz diğer günlerden farklı geçti. Biri cadılar bayramı, diğeri de Slovenya’nın resmi bayramı sebebiyle çevre ülkelere yolculuk etme fırsatımızın olduğu gündü.

Cadılar Bayramı Gecesi

Siz “ne düşünüyordun sen abi?” diye sormadan hemen cevap vereyim. Dedim cadılar bayramı, kutluyosak ruhunu da yaşamak lazım. Sonuçta bizim olmasa da adamların geleneği. İki arkadaş sağolsun makyajı yaptık. Bi çeşit zombiydi sanırım hedef. Eldeki malzemelerle anca bu kadar oldu işte. Zaten gecenin ilerleyen saatlerinde de baya bi aktı. Neyse akşam çıktık mekana gittik, lan herkes bana bakıyor. Dedim yok sobota bitmiş, örf anane falan kalmamış bu gençlerde. 3-5 istisnanın haricinde herkes normal. Yalan olmasın bir iki kişiyi korkuttum, ama bilerek değil. Bişeyler almak için sırada bekliyorum, önümdeki aniden arkasını bi dönüyor beni görüyor falan. Neyse 1-2 mekan değiştirip sabahı bulduk. Sobota küçük yer ama insanları eğlenmeyi seviyormuş. Girip çok kalabalık diye çıktığımız mekan bile oldu. Sevmiştim o mekanı gerçi, herkes benim gibiydi.

Size bir de Matej abiyi anlatayım. Saat 5’i falan bulmuş, mekan kapanıyor biz de kapıda taksi bekliyoruz. Bi abi var ama kafası felixin atladığı yerden daha yukarıda. Muhabbet ediyoruz, konuşma şöyle:

-Buralı değilsiniz herhalde, nerelisiniz?

+Evet Türkiye’deniz.

-Aa Türkiye’yi biraz bilirim. Türkiye’den bir arkadaşım var. Nerdendi nerdendi?

+İstanbul? İzmir?

-Yok yok güneyde bi yerdi, mer mer..

+Mersin mi?

-Ha evet mersina mersina evet oydu.

+Hadi ya, arkadaş da mersinli.

-Aaa farketmem lazımdı, belli kendisi çok güzel.

Şimdi muhabbette bir şey yok, gayet normal bi muhabbet. Ama işin komik yanı şurada, biz bu muhabbetin tamamen ama tamamen aynısını 15 dakika içinde 3 defa yaptık. Sanki senaryodan okur gibi:) 2 tanesinin sonunda çıkartıp kartını verdi bize. Lojistik işi gibi bişey yapıyodu sanırım, babasının üzüm bağları varmış bizi davet etti. Gitmek kısmet olmadı ama.

-matej sanırım kartını veriyor

Viyana ve Bratislava

Programdaki bir gün slovenyanın bir bayramına denk geliyor diye o günkü etkinlikler iptal oldu. İsterseniz şehirde takılıp sinemaya falan gidebilirsiniz ama çoğu dükkan falan kapalı olacaktır dediler. Biz de fırsatı bulmuşken ve sınıra yakınken bir araba kiralayıp çevre ülkelere gidelim dedik. Önce Viyana’yı ardından geceye doğru da Bratislava’yı ziyaret ettik. GPS yol gösterdi, biz sürdük. Sağolsun bi ara Slovenya rallisi yaptırdı bize ama ufak hataların haricinde çok işimize yaradı.

-araba slovenya plakalı, içindekiler türk/makedon, petrol istasyonu avusturyada.. değişik bi karışım:)

Viyana şahane bir şehir, Paris’in yavrusu gibi bişey. Fırsatınız olursa kesin ama kesin gidin. Şahane bir dokusu var ve o dokuyu korumak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar. Hele bazı kısımları var ki kendinizi 20. yüzyıl ortaları fransasında gibi hissediyorsunuz. İnsanların giyim tarzı bile zerafet içerisinde. Mutlaka gidilip görülesi bir şehir.

-viyana.. biraz da istiklal havası yok değil hani

Sobota’dan Viyana yaklaşık 220 km uzaklıkta, Viyana’dan Bratislava da bi 80 km falan. Bu kadar gelmişken biraz daha yol gidip bir ülke, bir başkent daha görelim diye Bratislava’ya da devam ettik. Viyana’dan başlayarak çıtayı biraz yüksek tutmuşuz. Bratislava’nın çok bi numarası yokmuş. Gittiğimizde saatin geç olmuş olmasından dolayı da şehir baya boştu. Barların falan bile neredeyse hepsi kapanmıştı. Kuzeye gittikçe hava biraz daha soğudu. Bratislava’da eski şehir merkezi dedikleri bir bölge var. Genel olarak gezilecek yerler orada sanırım. Bir de kale var, şahane bir ışıklandırma yapmışlar ama bizim saatten dolayı kaleyi ziyaret etme fırsatımız olmadı. 1-2 saat etrafta takıldıktan sonra hırlı var hırsız var deyip bizim kaleyi çok boş bırakmamak için dönüşe geçtik ve sabah karşı Sobota’ya vardık.

-bratislava kalesinin uzaktan görünümü

Akılda Kalanlar ve Dönüş

Sonuç olarak güzel farklı bir macera oldu. Yeni insanlar yeni kültürler tanımak, yeni yerler görmek iyi geldi. Zaten bunlar youth in action programlarının temel amaçları arasında. Avrupanın farklı ülkelerinden arkadaşlar edindim. Bütün gezi eğlenceliydi genel olarak.

Slovenya küçük ama sevimli bir ülke, sLOVEnia diyor zaten kendileri tanıtımlarında. Öyle çok fazla görülecek yeri yok ama yol üzerinde geçerken gezilebilecek bir ülke işte. Gayet düzenli, trafik kurallarına falan gayet uyulan bir ülke. Bize iyi ev sahipliği yaptılar. Güzel insanları var. Yani iki manada da hem iyi kalpli hem de güzel. (Bir arkadaş slav ırkını bu dünyanın elfleri olarak adlandırıyor. haklı) Beni en çok şaşırtan şeylerden biri insanlarının çok fit oluşlarıydı. Sokakta kilolu birini görebilmek neredeyse imkansız. Yemekleri çok ağır değil ama tabi bizimkine kıyasla oldukça zayıf, lezzetsiz. Ljubljana’da bisiklet kullanımı oldukça yüksek. Yağışlı havada bile 60-70 yaşındaki teyzelerin üzerlerine yağmurluk geçirip bisiklet sürüyor olması beni inanılmaz şaşırttı. Benim zamanında hava yağışlı diye üşenip 10 dakika uzaklıktaki derse gitmediğim bile olurdu. (gideceğim yokmuş demek) Sobota’da ise araba kullanımı oldukça fazla. Genel olarak bütün ülkede öyleymiş. Bu yüzden tren ulaşımımız pek gelişmedi diyor kendileri. 2 çocuklu bir ailenin 4 arabası falan olur diyorlar. Cidden öyle olsa gerek, yoksa ufacık Sobota’da trafik oluşmasının başka açıklaması olamaz.

Dönüşümüz de gidişimizle aynı şekilde oldu. Havaalanına giderken bosnalı taksici bir abiyle sohbet etme şansımız oldu. Halkın yabancılara, göçmenlere tutumu nasıl diye sorduk. Bizim için çok sorun olmuyor çünkü biz slovenlere benziyoruz ama mesela size öyle çok da sıcak yaklaşmazlar dedi. (abi cidden de sloven gibiydi ama, bosnalıyım diyene kadar ben farketmemiştim göçmen olduğunu) Neyse uçağa atlayıp İstanbul’a geri döndük.

Yorulduk, sıcak yatağımızı özledik ama iyi eğlendik, buna şüphe yok.

-viyana

-29 ekim slovenya hatırası

Comments are closed.



login