Mekanın Cennet Olsun Sevgi Yenge

Günlerden pazartesiydi. Bir gün önce Adana’dan dönmüştüm. Gelirken yanımda annemin Ankara’daki tanıdıklara dağıtmam için bana verdiği düğün davetiyeleri vardı, abimin düğününün davetiyeleri. Dağıtımı vakit kaybetmeden yapmak istiyordum çünkü önümdeki iki hafta boyunca bolca sınavım vardı. O yüzden de öğleden sonra dersim biter bitmez dağıtmayı planladım. Alıcılardan biri de Sevgi Yenge’ydi. Dersten sonra telefon açtım kendisine. “Olur oğlum gel, evdeyim. Birazdan hastaneye gideceğiz” dedi. Eğer kısa süre içerisinde çıkacaklarsa hastaneye de gelebileceğimi söyledim. “Sen eve gel, biz biraz daha burdayız” dedi. Hemen hazırlanıp yola çıktım, okulun kapısından eskişehir yoluna çıktım ama o da nesi? Davetiyeleri unuttum! Alalacele geri döndüm yurda, koşarak davetiyeleri aldım ve tekrar yola koyuldum. Bestekar Sokak’ta bir evde otururdu Sevgi Yenge. Üst katında da ablası vardı. Babadan kalma bir yere yapılmış bir apartman… Gidebileceğim en hızlı şekilde gittim Bestekar Sokak’a ama geç kaldığımı bilerek de evin altına geldiğimde telefon açtım, hala yukarıdalardı. Çıktığımda ablası karşıladı beni. İçerde onu hastaneye götürecek ablasının oğlu ve kendi oğlunun arkadaşları vardı. Gel otur dedi, oturdum bi köşeye. Beni içerdekilere tanıttı, benim küçüklüğümden bir anısını anlattı onlara. Davetiyeyi verdim, açtı okudu. Ablası “Sevgi Yenge’nin durumu pek müsait değil, biz gelemeyiz ama sen bize resimlerini getirirsin” dedi. “Tabi Sevinç Teyze, getiririm” dedim. Yukarda 10-15 dakika oturduktan sonra hastaneye gitme vakti gelmişti. Eğer yapabileceğim bir şey varsa hastaneye sizinle birlikte geleyim dedim. “Gerek yok oğlum” dedi. Ben de onlarla birlikte çıktım, kapıda vedalaştık. Onlar hastaneye, ben kalan davetiyeleri dağıtmaya gittim.

Ankara’da olduğum 5 yıldır vakit buldukça, senede 2-3 kez yanına giderdim Sevgi Yenge’nin. Sevgi Yenge annemin amcasının eşiydi ama ben küçükken ayrılmışlardı. ‘Yenge’ ünvanı oradan gelir. Hayattaki herşeyi olan tek oğluyla birlikte Ankara’ya taşınmıştı Sevgi Yenge. Bestekar Sokak’taki evde kalırlardı oğluyla. Çok büyük bir ev değildi ama ikisine fazlasıyla yeterdi. Zaten bundan 2-3 yıl önce oğlu işi nedeniyle İstanbul’a taşınmak zorunda kalmıştı, yalnız kalıyordu artık. Ama işi yoksa oğlu her hafta sonu annesini görmeye Ankara’ya gelirdi. Gitmeden önce telefon açardım, müsait misiniz derdim, hep müsait olurdu, giderdim. Otururduk, sohbet ederdik. Edebiyatla çok ilgili bir insandı, zaten edebiyat öğretmeniydi. Boş vakitlerinde yazdığı şiirlerinden oluşan bir kitabı da vardı, bana hediye etmişti. Kitaplardan konuşurduk, bana yakın zamanda okuduğu kitapları anlatırdı. Beğendiği köşe yazılarından konuşurduk, dünyadan konuşurduk, Türkiye’den konuşurduk. Ben onda, birisinin dindar olmasının siyasi görüşüyle alakasının olmadığını görmüştüm. Her gittiğimde bana evin karşısındaki Kebap 49’dan yemek söylerdi. Çay koyardı, yanında kuru pastayla ikram ederdi. Gerek yok dememe rağmen “olsun olsun hadi buzdolabından hem kendine hem bana meyve getir, hepsinden de al” derdi. Otururduk sohbet ederdik, akşam olunca ben müsade ister ayrılırdım yanından.

Yaşının etkisiyle zaman içerisinde yorulmuştu Sevgi Yenge. İlk zamanlarda gittiğimde herşeyi kendisi yapmak isterdi, sen otur ben hallederim derdi. Ama zamanla yıpranıyordu, zorlandığını görebiliyordum. Siz oturun ben çayı koyarım derdim. “Peki ama benimkisi açık olsun, demi bardağa damlat yeter” derdi hep. Bundan 4-5 ay önce, abimler Ankara’ya geldiklerinde ziyaretine gittiğimizde durumu daha da kötüydü, artık yatağından zor kalkabiliyordu. Yardım etmek için yeltendiğimde, hayır ben kalkabiliyorum demişti. Davetiye vermek için gittiğimde onu son görüşümdü. Durumunun bu kadar ciddi olduğunu farkedememiştim. İki hafta sonra annem yoğun bakımda olduğunu, şuurunun kapalı olduğunu söylediğinde kendimi çok kötü hissettim, gözlerim doldu etrafımda insanlar olmasa hüngür hüngür ağlamak istedim. “Nasıl ya, ben daha geçen yanındaydım” dedim. Evet, durumu ciddiydi. Hastaneye ziyaretine gitmek istedim ama gidemedim, onu o halde görmek istemedim. Arada oğluna telefon açıp durumunu öğrendim, pek ümitli değillerdi.

Dün öğle saatlerinde telefonum çaldı, arayan annemdi. Napıyosun anne nasılsın dedim. “Dayınla Ankara’dayız, dün Sevgi Yenge vefat etmiş cenazesi için geldik” dedi. Bu sefer çok etkilenmemiştim, bunun olacağını biliyordum çünkü. Annemlerle taziye evinde buluştum, oğluna ve ablasına başsağlığı diledim. Bir saat falan oturduktan sonra kalktık. Belki de Bestekar Sokak’taki o eve son defa gittim dün.

Kendimi duygusuz biri olarak nitelendirirdim. Bunun sebeplerinden biri ölümlere çok üzülmememdi. Ben hayatımda hiç kendime çok yakın birini kaybetmedim, o acının nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Ama ölümlerden etkilenmediğimi düşünürüm. Mesela 2-3 yıl önce bir amcam vefat ettiğinde pek etkilenmemiştim açıkcası. Pek yakın değildik, onun da etkisi vardı. Ama ben Sevgi Yenge’nin ölümüyle şunu anladım ki benim bu hayatta gerçekten sevdiğim, arkasından üzüleceğim çok az insan var ve Sevgi Yenge de bunlardan biriydi işte.

Mekanın cennet olsun güzel insan, ben senden çok şey öğrendim.

Özleyeceğim seni Sevgi Yenge…

Sevgi Selvi (1943-2011) anısına…

Comments are closed.



login